21 Temmuz 2018 Cumartesi

CUMHURİYET TOPRAKLARI VE KÜRESEL İŞGAL "Hüsnü MERDANOĞLU" Atatürkçü Düşünür Kemalist Yazar


“CUMHURİYET TOPRAKLARI VE KÜRESEL İŞGAL” 
Hüsnü MERDANOĞLU
Emperyalizmle burun buruna olduğumuz şu günlerde insanlar, aynen Ulusal Kurtuluş Savaş’ımız günlerinde olduğu üzere iki ayrı gruba ayrılmış durumdadırlar.
Bu gruplardan birisi, birinci sınıf insanların yer aldığı gruptur. Bu grupta yer alanlar, ülkenin içinde bulunduğu koşulları yurttaşlarına tüm açıklığı ile anlatma görevini üstlenen, emperyalizme karşı dik duran ve uğraş verenlerin grubudur.
İkinci grupta, emperyalizmin istediği şekilde kalemlerini kullanan ve ayıkları Dolar ve Avro ile ödenen, uzantıları yurt dışında olan fonlardan çıkar sağlayan, kazançlarına kazanç katmaktan başka kaygıları olmayan, ulusal onurdan yoksun, onursuz olduğu için çıkarcı olan ikinci sınıf insanların yer aldığı gruptur.
Günümüzün birinci sınıf insanlarına, emperyalizmin güdümündeki televizyon ekranları kapalı olduğu için onlar, Kemalist içerikli dergilerde makalelerle ve yazdıkları kitaplarla toplumumuzu aydınlatmak için uğraş vermektedirler.
Kemalist içerikli dergilerden birisi olan “Yeniden Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Dergisi” Prof. Dr. Çetin Yetkin’in öncülüğünde, geçtiğimiz ay yüzüncü sayısına ulaştı. Kendilerini ve destek verenleri kutluyorum.
**
Kutlanması gereken kişilerden birisinin de bu yazının başlığını taşıyan yapıtın yazarı Orhan Özkaya olduğunu düşünüyorum. İtalik dizili yazılarla alıntılar yaptığım, Bir Millet Uyanıyor dizisinin 15 inci yapıtı olan, (Cumhuriyet Toprakları ve Küresel İşgal, Bilgi Yayınları, 2007) okunması gereken bu yapıt incelendiğinde; içinde yaşadığımız koşulların önemini bir kez daha gören yurt severlerin karşı karşıya kaldığı ulusal sorunlara çözüm bulmaları için uzun uzun düşünmeleri gerekiyor.
Osmanlı son döneminde, içinde bulunulan kuşatılmışlıktan kurtulmak için yapması gereken kalıcı devrim yerine, Tanzimat sürecinin taklitçiliğini yeğleyince, “İngilizler, Ege'deki tarım topraklarının 1/3'ünü tapuyla satın aldılar” 15 Mayıs 1919 günü İzmir işgal olunduğunda, İzmir rıhtımında işgalcileri karşılayanların çoğu, çantalarında Osmanlı topraklarının tapusu bulunan yabancılardı.
"Yabancıların Gayrimenkul Edinmesi" ile ilgili yasanın çıkarılması, ülke topraklarının yağmalanmasına neden oldu. Yasadan önce İngilizler, Menderes ovasında sınırlı sayıda arazi satın aldılar. W. Williamson 2.620 dekar arazi almıştır. İngiliz konsolosunun, İngiliz elçisi Sir Henry Bulwer'e sunduğu raporda şu görüşler yer almaktadır:
"...bölgenin genel durumu gün geçtikçe iyileşmekte ama bu iyileşmeden yararlananlar aslında Türkleri soyup soğana çeviren Hıristiyanlar dır. Gülhane Hattı Şerifi'nin öngördüğü reformlarla beraber Hıristiyanlar tarımla ilgilenmeye başladılar ve yeni gelenlerle birlikte sayıları her gün daha da arttı. Askerden dönen Türkler köylerini, kentlerini tanınmayacak kadar değişmiş bulmaya başladılar. Her yerde Türklerin yerini Hıristiyanlar alıyordu. Eskiden olduğu gibi tarlalarını işlemek isteyen Türkler hemen Hıristiyan bir tefecinin pençesine düşüyor ve eninde sonunda toprağını satmak zorunda bırakılıyor. Talihlerini başka yerlerde denemek isteyenlerin toprakları ise gene Ermeniler, Rumlar veya Frenkler tarafından yok değerine satın alınıyor. Bu yolla toprak sahibi olan Frenkler arasında, içlerinde büyük çiftlikler satın alan yedi İngiliz vatandaşı da var. İzmir yakınlarındaki köylerde de Türkler topraklarını yabancılara satıyorlar." (s.33)
Aslında, mevcut işyerlerinin sadece %15’i Türklere ait bulunmakla, madenlerin %63.75’i, kömür üretiminin %67’si yabancıların ya da azınlıkların yönetiminde olmakla, günümüzün deyimiyle “Küreselleşmiş” olan Osmanlı İmparatorluğu, bir yandan başarısız çıktığı savaşlarla toprak kaybına uğrarken bir yandan da ülke topraklarını yancılara satarak kaçınılmaz sonu kendi elleriyle hazırlamıştır.
Sonu gelmez savaşların yarattığı yıkım ve Osmanlı yönetimin Türk halkını salt asker ve vergi kaynağı olarak görme alışkanlığı, halkı uğruna canını vermeye hazır olduğu toprağını satma gerçeği ile karşı karşıya bırakmıştır.
“Durum böyle olunca, beden gücünü satar duruma düşmüştü. Toprakta kapitalist ilişkiler İngiliz toprak sahiplerinin tercihi haline gelmiş ve hızla, emekte sömürü sistemi artmış, yaygınlık kazanmış, gelişme ortamı bulmuştu. Türk köylüsü geçim olanağını yitirmiş, üretim aracı olan toprakları da elinden uçup gitmişti. Tam bir tarım işçisi konumuna düşmüşlerdi.”(s.36)
Geçmişten ders almayanlar, toprağın kutsallığını bilmeyenler ve topraklarını yabancılara satmanın ne demek olduğunun ayırtına varamayanlara anımsatmak bağlamında vurgulamak gerekir ki; Yahudiler, toprak satın alarak devlet kurmuşlardır.
Mart 2005 tarihi itibariyle; 82.055 taşınmazımız, 85.246 gerçek yabancı kişiye satılmıştır. Bu rakamların içinde satılan, yabancılaştırılan, devredilen şirketler yer almamakta, Yabancılara satılan taşınmazların gerçek rakamları bilinmemektedir.
“Tarımın çöküşü ile yoksullaşan, yoksunlaşan ve her türlü devlet desteğinin özelleştirmeler nedeniyle geri çekildiği bir ortamda, çaresiz kalması sonucunda birer birer toprakları yabancıların eline geçen köylümüz” (s.45) taze parayı elinde bulunduranların karşısında dayanamaz duruma düşmüştür.
Günümüzde, Anadolu topraklarının satışı, geçmişin deneyiminden yararlanılarak, geleceğin tehlikesi görülerek değerlendirilmelidir.
Sayın Özkaya’nın araştırmaları sonucunda saptadıklarına göre, iller bağlamında %020 Hatay, %040 Kilis, %06 Mardin illerimizin yüzölçümlerinin %05 sınırı çoktan aşılmış olup sadece Hatay ilinde satışlar resmen yasaklanmıştır. Gaziantep ilinin %04.6 sı ve Aydın, Muğla ve Antalya illerinde %05’lik sınırına yaklaşılmıştır.
Mardin ve Kilis ilimiz de dikkate alındığında Türkiye genelinde satılan toprakların %82’si Güney bölgemizdendir. 2465 Suriye uyruklu, 4596 taşınmaz almıştır. Suriye’nin bu ilgisi, herkes alıyor onlarda alabilir yönündeki vurdum duymaz yaklaşımdan öte; Suriye’de bulunan Osmanlı döneminden kalma Türk taşınmazlarına karşılık bir değişim hazırlığı olmasın?
14424 kişi üzerine, 11544 taşınmaz alan Yunanistan, bir türlü vazgeçmediği Megale İdea’ye altyapı hazırlıyor olmasın?
İsrail, Almanya ve İngiltere’nin Türkiye’den toprak satın alanlar arasında ön sıralarda bulunmuş olmaları “karşılıklılık ilkesinin bir gereği” olarak görülmek yerine, köşe başından yer tutmak, Türkiye’nin stratejik konumundan yararlanmak, ezelden beri önemini koruyan boğazlarda söz sahibi olmak gibi ulusal bütünlüğümüze kasteden beklentiler olmasın? Bu olguları ülkenin yabancılaşması olarak değerlendirmek her yurtseveri düşündüren davranışlar olmalıdır.
Yabancılaştırma sürecinin bir başka boyutu da, yabancı ile evlilik sürecinde sürdüğü görülmektedir.
“Didim'de son üç yılda kıyılan nikâhların % 25'inde İngiliz gelinler, Türk erkekleriyle dünya evine girdi. Aydın'ın Didim ilçesinde Türklerle İngilizler akraba oldu. Didim Belediyesi Evlendirme Memurluğu kayıtlarına göre, 2003 yılında yapılan 188 evliliğin 53'ünü, 2004 yılında kıyılan 272 nikâhın 54'ünü Türk-İngiliz evliliği oluşturdu. Bu yılın başında 87 çift nikah defterine imza atmıştır.” (s.85)
Daha da düşündürücü olan, yürürlükteki yasalara karşın, vakıf arazisi görünümü altında askeri yasak bölgelerin bile yabancılara satışının gerçekleştirilmiş olmasıdır.
“ ‘Askeri Yasak Bölge’de yabancılara taşınmaz satışı yasağı, işte bu Fenerbahçe Orduevi'nin yanında, rahiplere verilen araziyle delinmiş olmaktadır. Bunun devamı da gelecektir. Çünkü bu uygulama emsal teşkil edecektir. Ne diyelim? İnsaf, insaf mı diyelim!.. Çıldırmamak olanaksız!..” (s.105)
Ne diyelim? sorusunun yanıtı elbette “çıldırmak” olmalıdır.
Tıpkı yalınayak askerleri, çocuk yaşta “kağnı komutanının” yönettiği kağnı ile emperyalizmin kamyonunu yenen Kuvayı Milliye çılgınlığı gibi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder